Doğayı Açıklamaya Çalışan İnsandan Tiyatroya
İlkel insanın doğayla ve tanımlayamadığı güçlerle ilişki kurabilmek için yaptığı törenler ve büyüsel ayinler, tiyatronun kökeni olarak kabul edilir. İnsanın doğayı kendi beklentileri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştığı büyü törenlerinde taklit, zaman içinde gelişerek, yaratının da devreye girmesiyle birlikte sanatın evriminin ilk basamağını oluşturur.
Yerleşik düzene geçişle birlikte, tarımla uğraşmaya başlayan insanların inanç sistemlerinde değişiklikler oldu ve tarıma, toprağa, berekete bağlı mitoslar geliştirdiler. Her yıl doğanın ölüp yeniden dirildiğini ve ürünler verdiğini gözlemleyen insan, yine taklit büyüsüne dayalı, her yıl belli mevsimlerde yapılması gereken törenler geliştirdi. Sonbaharda doğanın ölümüne tutulan yas, ilkbaharda tekrar canlanmasına duyulan sevinç ve kutlamalar döngüsel törenlere dönüştü. Bu törenler zamanla söylenenlerin belli olduğu, kurallı bir sisteme bağlandı. Bu törenler de tiyatronun beşiğini oluşturdu.
İlkel sanat, estetik kaygılar gütmeyen, toplumsal amaca yönelik bir anlayışın ürünüdür. Sanatçıdan sonucu sağlayacak ya da koruyacak büyüsel yaratıda bulunması istenir. Bu yönüyle yinelemeye dayalı ilkel bir düşüncenin ürünüdür fakat, her sanatçının büyüsel yaratısına kendinin ya da kendinin içinde bulunduğu şartların etkisini katması, yeni olanı beraberinde getirir.
Tiyatro Her Zaman Doğruların Savaşçısı
Sanatla insan üzüntülerini, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını dile getirerek kendini ifade etme ve yalnızlığını başkalarıyla paylaşma fırsatı bulur. Duygunun ve sezginin birleştiği yaratıcılık süreci, hem sanatçıya hem de onun izleyicisine haz veren aydınlatıcı bir yaşantıdır. Fakat sanat yapıtı haz vermekle birlikte eleştiriyi ve hesaplaşmayı da dile getirir. Özellikle tiyatro sahnesi, çelişkilerin, iki yüzlülüklerin, içsel çekişmelerin yaşam imgesi olarak açıklandığı bir yüzleşme alanıdır. Yaşamı çözümlemeye, yorumlamaya ve özümsemeye kendini adamış kutsal bir alandır.
Sahneden söylenen söz, bu sanatı diğer tüm sanatlardan güçlü kılar. Çünkü kitap, sadece okuyanın dostudur. Tiyatro ise kalabalığın arkadaşıdır. Yani tiyatro kalabalıkların sanatıdır. Bu özelliği yüzünden tiyatro, seyircisiz düşünülemeyen bir sanat dalıdır. Çünkü seyircisi olmasaydı tiyatro da olmazdı.
Tiyatronun bir başka özelliği de toplumların nabzını tutan bir sanat dalı olmasıdır. Sahnede kendi gizemini çözmeye ve kavramaya çalışan oyuncu, aslında izleyicilerin arasında oturmuş herhangi bir insan örneğidir. Gösterilen imgelerde kendimizi başkalarının gözleriyle görüp, özeleştiri yapmaya yönlendiriliriz. Bu da bizi insanlığın en büyük ayıplarından biri olan bencillikten korur.
Diğer yandan bizi başkalarının acılarıyla yüz yüze bırakan, ilişkilerimizi üzerine oturup düşünmemizi sağlayan tiyatro, giderek hislerin naylonlaştığı dünyamızda, bize kendi iç dünyamıza yani vicdanımıza bir pencere açmamızı sağlar.
Özellikle tiyatro çocuklar için fazlaca bir öneme sahiptir. Çünkü çocuklar daha tanıyamadıkları dünyada kendilerini yalnız hissedip, kendi iç dünyalarını oluştururlar. Tiyatro çocukların dünyaya ve yaşananlara daha iyi bir gözlem gücüyle bakmalarını ve algılamalarını sağlayıp, onlara yaşadıkları dünyada yalnız olmadıklarını gösterir. Çocuklar tiyatro sahnesinde, sahnede gördükleriyle kendi yaşadıkları arasında bağlantı kurup doğru olanı daha çabuk öğrenirler. Sahnede sorunların çözülebilir olduğunu görmek, onların kendilerine olan güvenlerini arttırır ve kendiyle barışık insanlara dönüşmelerine yardımcı olur. Düşüncelerini daha kolay dile getirebilen eleştiriye açık ve daha sağlıklı düşünebilen bir toplum için ve kuşak için tiyatro iyi bir eğitim aracıdır.
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün aldığı bir kararla 27 Mart günü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kabul edilmiştir. Her yıl enstitüye üye ülkelerde 27 Mart günü Tiyatro Bayramı olarak kutlanır.
27 Mart gününde, her ülkenin sanat ve tiyatro insanlarınca hazırlanan bir bildiri sahnelerde okunur. Tiyatrolar o gece halka ücretsiz gösteriler düzenler ve tiyatroyu halka sevdirmek için çalışmalarda bulunurlar.
Her yıl hazırlanan bildirilerden tiyatronun insan için önemini en güzel ve sade biçimde açıklayanı 2005 yılında Ariane Mnouckhine’nin yazdığıdır.
“tiyatro yetiş imdadıma!
uyuyorum, uyandır beni
karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da
bir ışık yak
tembelim, utandır beni
yorgunum, kaldır beni
ilgisizim, vur bana
aldırış etmiyorum, yok et bu halimi
korkuyorum, cesaret ver bana
cahilim, öğret bana
canavarım, insancıllaştır beni,
yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni
edepsizim, alaşağı et beni
kafasızım, değiştir beni
yaramazım, cezalandır beni
baskın ve zalimim, savaş benimle
ukalayım, alay et benimle
avamım, eğit beni
suskunum, çöz beni
artık hayal kurmuyorum bir korkak ya da
budala gibi davran bana
unuttum, bana hafıza yükle
kendimi yaşlı ve tükenmiş hissediyorum,
çocukluğu coştur benim için
ağırım, müzik ver bana
üzgünüm, mutluluk getir bana
sağırım, fırtınada acılara çığlık attır
kışkırtıldım, bilgeliği göster bana
zayıfım, dostluğun ışığını yak
körüm, bütün ışıkları bir araya topla
çirkinliğin boyunduruğu altındayım,
galebe güzelliğin gelmesini sağla
nefretle kuşatıldım, sevginin tüm gücünü
ver bana”
Sanat Tarihçi Feyza Uslu