manşet,  Yaşam

Peki Sen, Sen Sünnetli Misin Anne?

Nisan. Hava çok sıcak. Talha kentinde sokakta oturmuş, kakuleli nescafelerimizi içiyoruz. Sokağa masalar koymuş kaçak bir kafe burası. Tren saatini bekliyoruz. Üç kişiyiz, annem ben ve kız kardeşim.

Mısır’a geleli bir hafta oldu. Yaklaşık 25 senedir görmediğim annemi ziyarete geldim. Uzun zamandır yaşadığından bile emin değildim. Babamdan boşanıp gitmişti, başka biriyle evlenmişti, çocukları olmuştu. Şimdi kafamda yüzlerce soruyla Mısır’daydım işte. Bir barışma süreciydi bu annemle. En çok da kendimle.

Kakuleli kahve iyi geliyor. Oturduğum yerden bir kaç fotoğraf çekiyorum. Mimari çok hoşuma gidiyor, Küba’daki sömürge dönemi mimarisine benzetiyorum. Gölgeli geniş girişler, sütunlu balkonlar, taşa işlenmiş arabesk desenler.

Sohbetimiz nasıl başladı, nasıl oraya geldi hatırlamıyorum ama bakirelik üzerine konuşuyoruz annemle. Türkiye’de gerdek gecesi bakire çıkmadığı için baba evine gönderilen, hatta öldürülen kadınlardan haberim var. Mısır’da durum nasıl acaba? Annem, Mısır’da kızların evlenmeden bir gün önce doktora götürüldüğünü anlatıyor. Doktor raporuyla “teslim ediliyorlar” kocalarına. O yüzden ilk gece cinayeti de yok, evine yollanan kız da. Bunu sorgulamaya halim yok o sırada. Tahrir yeni oldu daha, her şey daha iyiye gidecek, kadınlar için de.

Annem “ben de zaman zaman muayene ediyorum Feride’yi” diyor. Feride, adını duyunca başını kaldırıp anneme bakıyor. Türkçe bilmiyor, bir süre ona bir şey söylenmesini bekliyor sonra yine telefonuyla oynamaya devam ediyor. Ben tıslar gibi soruyorum: “Nasıl yani? Feride’ye bekaret kontrolü mü yapıyorsun?”

“Evet” diyor annem. Susuyorum. Bunu konuşmanın anlamı var mı? Ben o yaşamı görmeye geldim sadece. Annem bana hiç bir şey söylemesin, hiç nasihat vermesin. Ben de nasihat vermek istemiyorum. O’nun hayatına sızarsam o da benimkine sızacak, biliyorum. Hava biraz daha mı ısındı ne?

Bir kahve daha söylüyorum. Bizim çayımızı özledim Mısır’da. Oranın toz gibi çayını içemiyorum, alıştığım tat yok, en azından kahve fena değil. Sızmasın bana annem, sızmasın derken tutamıyorum dilimi: “Anne sen ne hakla Feride’yi muayene ediyorsun?”

Cevabı hazırlamış annem. ” Burada böyle kızım. Hepimizi evlenene kadar muayene etti annemiz.”

Tabi ya, başka türlüsü mümkün mü? Gelenekleri de kadın taşır, zulmü de. Muhtemelen Feride de ileride kızını muayene edecek.

Tamam, ben sözümü söyledim. Susmaya karar veriyorum. Bu beni o kadar da ilgilendirmiyor. Bir kaç gün daha kalacağım ve misafirliğim bitecek. Ülkeme, evime döneceğim, işime gücüme bakacağım. Kahveden bir yudum daha alıyorum. Ben sustum ama annem daha konuşacak gibi. “Sünnet de ediyorlar kızları. Ben Feride’yi ettirmedim, direndim.”

Hadi canım sünnet hala var mı Mısır’da? Ben daha güneyde var sanıyordum. Annem devam ediyor. “Hasan amcan sünnet ettirecekti ama ben ettirmedim. Türkiye’deki ablası sünnetsiz, o zaman Feride de sünnetsiz olacak” dedim.

Feride her adı geçtiğinde kıpırdanıyor olduğu yerde. Rahatsızlığını belli ediyor. Başka zaman çok dikkat ediyorum buna, anneme mutlaka tercüme ettiriyorum. Küsüyor bize ama şimdi dikkatim Feride’de değil. Beynimin derinliklerinden bir yerlerden bir soru yükseliyor, kafamın tepesi zonkluyor aklımdaki sorunun şiddetiyle. Sormak zorundayım, yoksa beynimi delecek. Gözümü bir sütun başlığına sabitliyorum. “Peki sen, sen sünnetli misin anne?”

“Evet yavrum.”

Hava mı soğudu birden? Tüm vücudum titremeye, sarsılmaya başlıyor. Kirpik diplerimin bile titreştiğini hissediyorum. Fincanı zorlukla bırakıyorum masaya. Sanki birileri içimi buruyor, öyle bir mide bulantısı. Çok kahve içtim bugün. Titrememe engel olamıyorum. Bu halin o sırada haberim olmayan hamileliğimle ilgisi var mı bilmiyorum ama sinir sistemimin harap olduğunu hissediyorum. Bir keskin acı sonra. O jileti bana da attılar, orada, Talha’da, evimden çok uzakta…

Annem bu kadar çok etkilenmemi beklemiyor. Su istiyor, adamlar koşturuyor. “Önemli değil yavrum. Çok eskidendi, geçti, bitti!”

Karşımda 63 yaşında bir kadın. Altı çocuk doğurmuş, iki evlilik yapmış. 9 yaşında sünnet edilmiş. Benim annem O! Annemi nasıl böyle yaralarsınız?

Su getiriyorlar, içiyorum. Talha’nın hafif yanık kokan havasını çekiyorum ciğerlerime. Çatallanan sesimle “anlat” diyorum, “bu önemli, anlat!”

Anlatmak için 9 yaşına gidiyor annem. Sudan sınırındaki köyüne. Orada 3 kız, 3 erkek kardeşler. Annem kızların ortancası. Ablası Sayida, kız kardeşi Fatna. Sayida’yı daha önce sünnet ettirmişler, Annem çok hatırlamıyor. “Ateşlendi, yattı bir kaç gün” diyor. Annemi bir gün haber vermeden götürüyorlar sünnet için. 9 yaşı geçirmek istemiyorlar. Nil güneşinde kızlar çabuk serpiliyorlar.

Yaşlı bir kadın, belki de bir ebenin evinde sünnet ediliyor annem. Aslında kadının gelmesi gerek eve. Ama paraları yetmiyor. Kadın bir bulamaç sürüyor annemin klitorisine, ağzına bir mısır koçanı sıkıştırıyorlar. Raftan bir jilet alıp açıyor kadın. Bu bir lütuf. Paranın bir kısmı bu hiç kullanılmamış jilete verilmiş çünkü. Jilet bir an parlıyor, sonrası karanlık.

Annem gözünü açtığında babasının kucağında Vahad semalarına bakıyor. Taşıyıp eve getiriyorlar. Uyuyor, uyanıyor, ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyor. Canı çok yanıyor. Fatna daha küçük, ama anlıyor olup bitenleri. Anneme baktıkça kendi kaderine de bakıyor aslında. Sayida arada sırada gelip annemin kanlı bezlerini değiştiriyor. Sonra bir gün “şanslısın sen” diyor, “az kesmişler seni, benimki hiç yok!”

Vahad’da hayat devam ediyor. Sayida, Zinap ve Fatna’nın babası, Vahad sokaklarında yürürken sünnetçi kocakarı yanaşıyor yanına. “Khaar dur, sana bir şey diyeceğim.” Khaar duruyor. Çiftçi bir adam bu, ekin tırpanlamayı biliyor bir tek. Üç kızı var, üç de oğlu. Basit bir adam, ekiyor biçiyor, evine ekmek götürüyor. Kocakarı “bak Khaar” diyor, “Sayida’nın kanı çölün kızgın güneşinden daha sıcak akıyor, dikkatli ol!”

Basit, çitçi bir adam Khaar. Soru sormuyor, cevap vermiyor. Eve geliyor ve karısına, “yarın Sayida’yı hazırla, dikilecek” diyor. Erkek çocuklar dışarı çıkıyor. Sayida, Zinap ve Fatna odadalar. Sayida kendini yerden yere atıyor, babasının ellerine sarılıyor, yalvarıyor. Faydasız… Kanı çöl güneşinden sıcak akan kızların dikilmesi gerekiyor!

Dikiyorlar Sayida’yı. Battaniyenin içinde erkek kardeşleri taşıyorlar eve. Günlerce ateşler içinde yatıyor. Annesi baş ucunda susuyor. Kader bu. Kahire’nin 17 saat güneyindeki bütün kadınların kaderi sünnet. Sayida’nın dikilmesine sebep Nil kıyısında erkenden serpilmek, kız kardeşlerinin içinde en güzeli olmak. Bir de belki kocakarının para ihtiyacı!

Akşam oluyor. Talha’da hava kararmaya başladı. Görkemli garın arabesk motifleri gölgeler arasında hareketleniyor, ya da ben öyle hissediyorum. Zira evren ayaklarımın altından kaydı gitti. Kahvem dondu, parmaklarım buz. Feride gazozunu içiyor, halinden memnun, birazcık da küs bana. Talha’ya gelmek bile büyük bir şans onun için. Zaten evlenip bir an önce Kahire’ye yerleşmenin hayalini kuruyor.

Sayida, Zinap, Fatna sünnetli. Sayida’nın iki kızı sünnetli. Fatna’nın iki kızı – biri bir kaç güne kadar ilk bebeğini kucağına alacak Emira ile nişanlı Şahira- sünnetli. Dayı kızları sünnetli. Bir tek Feride sünnetli değil, çünkü onun Türkiye’de yaşayan bir ablası var.

“Annemi nasıl böyle sakatladınız?” Hissediyorum, böyle bir soru şekilleniyor beynimin derinliklerinde.

Hayır, soramam. Ne ruhum ne de bedenim bu kadarını kaldıramaz. Bu sorunun muhatabı da yok üstelik. Talha’nın hafif yanık kokan havasına bırakıyorum sorumu.

“Beni seviyor musun anne?”

“Evet yavrum.”

“O zaman Feride’yi bir daha hiç muayene etme, olur mu?”

Mısır’ın kuzeyinden, Minufeyya’dan gelen trenin sirenini duyuyoruz. Kahveler çoktan bitti, hesap ödendi. Ödeyemediğimiz, ödeşemediğimiz pek çok hesabı da cebimize koyduk. Kalkıyoruz. Feride’nin elini tutuyorum. Küskünlüğü geçiveriyor. Gülümsüyor kocaman.

Tanışırız elbet. :)

Siz yazın biz mutlaka size döneriz! İnanmazsanız deneyin. :)